FERHATERDEMLİ
  FORUM
 
FORUM - Genel bakış

=> Daha kayıt olmadın mı?

Burdasın:
FORUM

SınıfPostalarSon kayıt:
Bir Ülkücünün Bilmesi Gerekenler
Milliyetçiler milli hareketlere hiçbir inancı olmayan heveslileri ve maceraperestleri almamalılardır. Bir milliyetçi olayların dramatize etmekten şiddetle kaçınmalıdır. Komplocu gizli hareketlerin içindeymiş gibi görünmemelidir. Milliyetçilik demek devrimcilik demek değildir. Dokuz ışık'ta da belirtildiği gibi milliyetçilik gelişmeciliği emreder. Ülkücüler bütün çalışmalarında bu noktayı açıklığa kavuşturmaya gayret etmelilerdir. Bir milliyetçi sebep, sonuç ve araçları doğru olarak değerlendirmeli, bu değerlendirme yaptıktan sonra hareket tarzını tespit etmelidir. Herhangi bir harekete girişmeden önce, bu hareketin milliyetçiliğe getireceğini veya Türk milliyetçiliğinden ne ***üreceğini hassasiyetle düşünülmelidir. Fabrika, atelye ve benzeri yerlerde çalışan ülkücüler, milliyetçi yayınları sürekli olarak iş yerlerine ***ürmeli ve bu yayınları mesai arkadaşlarını okumasının temin etmelidir. Bu hareketin gücü doktrinin, propagandanın ve teşkilatlanmanın gücü ile doğru orantılıdır. Yani kalabalık olmak demek kuvvetli olmak demek değildir. Bu bakımdan ülkücüler teşkilatlanmaya ve propagandaya gereken önemi vermeli, kamu oyunu kazanmak için bitmeden bir enerji ile çalışmalılardır. Yani milliyetçiliği meslek haline getirmek ülkücünün temel görevidir. Bir fikri ilan etmek başarı için yeterli değildir. İlan edilen fikri kitleye kabul ettirmek için milliyetçi örğütlerin sistemli olarak çalışması gerekir. Ülkücüler haftanın belirli günlerinde mutlaka toplanmalı ve toplantıya gündemi incelemiş olarak gelmelilerdirler. Ülkücü teşkilatlarda muntazam seminerler verilmeli, her ülkücü bu seminerlere sempatizan yapmak istediği kimseleri de beraber getirmeli, onu aydınlatmaya çalışmalıdır. Seminer çalışmalarını yürütebilmek için mutlaka öğretmenlik görevini yapacak birini ihtiyaç yoktur. Ülkücüler okudukları milliyetçi bir kitabı arkadaşlarına anlatarak seminer çalışmalarına devam edebilirler. Bu kitabın her bölümü bir ülkücü tarafından öğrenilip, seminere gelenlere öğretilebilir. Milliyetçi olmak, Türk Milleti'ne karşı görevli olmak demektir. Görev verilmemiş olsa bir her milliyetçi kendini Türkiye'yi ve Türk Milletini bu gerilikten, bu yokluktan ve tarihi şerefimizle asla mütenasip olmayan bu zilletten kurtarmak için vazifeli saymalıdır. Çünkü görevsiz milliyetçi olamaz. Asil ideallerin yılmaz savaşçıları olan tüm milletçi gençlik, merkezi otoritesinin disiplinine bağlı olarak, Türk Milletine karşı ne bahasına ve ne şartlar altında olursa olsun görevini yaptığı takdirde sancağımız burçlara dikilecektir.
1Benjamin Lochmann
14.07.2006, 01:28 (UTC)
Milliyetçilik
Dünya üzerinde insan toplulukları milletler hâlinde yaşamaktadırlar. Her millet kendi özelliklerini korumaya, geliştirmeye gayret etmekte ve kendi topluluğunu diğer milletlerden daha ileri, daha yüksek, daha refahlı yapmaya çalışmaktadır. Milletler arasındaki bu rekabet ve karşılıklı yarışma, milleti meydana getiren insanların müşterek duygular hâlinde birleşmeleri ve müşterek bir millî şuur etrafında toplanarak kendi toplum varlıklarını belirli hedeflere yöneltmek şuuruna sahip olmalarıyla mümkündür. Milletlerin faaliyetlerinde, yükselmelerinde ve kendi toplumlarını refaha kavuşturmak, geliştirmek çabalarında milliyetçilik şuuru ve milliyetçilik duygusu başlıca tesir yapan faktör olmaktadır. Milliyetçilik duygusundan yoksun olan bir toplumun millet manzarası göstermesi mümkün değildir. Milliyetçilik duygusuna sahip olmayan, millî şuura sahip olmayan bir topluluğun bir arada yaşaması mümkün değildir. Böyle bir duygudan ve şuurdan mahrum toplulukların dış olayların en ufak bir tesirine karşı kendilerini koruyamadıklarını, hatta dış tesirler olmasa dahi kendi kendilerine dağıldıklarını ve belirli vasıfları olan, belirli hedefleri olan bir topluluk hüviyetinden çıktıkların görmekteyiz. Türk milletini yükselmesi ve tehlikelerden korunması, Türk milletini meydana getiren kişilerin teker teker millî şuur sahibi olmasına ve kalplerini millet sevgisi, vatan sevgisi ile çarpmasına bağlıdır. Bunun için millî doktrin Dokuz İşık'ın birinci ilkesi olarak milliyetçiliği koymuş bulunmaktayız. Şüphesiz burada bahis konusu edilen milliyetçilik Türk milliyetçiliğidir. Türk milliyetçiliği ne demektir? Türk milliyetçiliği, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir. Türk milliyetçiliği insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk milliyetçiliği ki ne garazı esas kalmayan, sevgiyi esas alan bir düşünce tarzıdır. Milliyetçilik, milletinin sevmek, vatanının sevmek ve milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakarlığı göze almak duygusu ve düşüncesidir. Türk milliyetçiliği bütün Türkleri kardeş sayan bir düşüncedir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk milletinin bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan bir düşünce ve görüştür. Türk milliyetçiliği Türk milletinin gözüyle olayları görmek ve değerlendirmek zihniyetini ifade etmektedir. İster Türkiye içinde olsun, ister Türkiye dışında olsun, cereyan eden her olayın Türk milletine zarar getirmemesini istemek, düşünmek ve denilebilir. Bunun yanı sıra Türk milletinin gerek Türkiye'de gerek Türkiye dışında meydana gelen olaylardan azamî ölçüde yararlanmasını istemek,meydana gelen her olayın Türkiye'ye azami ölçüde yarar sağlamasını düşünmek ve bunun için çaba harcamakta Türk milliyetçiliğinin bir gereği olarak görülmelidir. Millet tarifini ele almakta Türk milliyetçiliğini belirlemek için yarar vardır.Türk millet dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün. Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve bayrağı altında yaşayan, sınırları içinde yaşayan insan topluluğu Türk milletini teşkil etmektedir. Yani Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve Türklüğü benimseyen, aynı tarihe mensup, aynı tarih şuurunu taşıyan ve aynı kültürle yoğrulmuş, aynı dine mensup insan topluluğu bugünkü milletimizi meydana getirmektedir. Türk milleti tarifi, bu çizilen çizgilerin dışına ayrıca taşmaktadır. Türk milleti büyük bir millet olduğu için bugün dünya yüzerinde geniş sahalara yayılmış ve dağılmıştır. Bugün dünya üzerinde yaşayan aynı dine mensup, aynı tarihe mensup ve aynı dili konuşan Türk topluluklarının sayısı yüz yirmi milyon civarında tahmin edilmektedir. Bunların ancak üçte biri Türkiye sınırları içinde bulunmaktadır. Bugünkü Türkiye sınırları dışında kalan Türkleri Türk milletinden saymayacak mıyız? Bugünkü Türkiye Cumhuriyet sınırları dışında kalan Türkler de Türk milletindendir. Onlar da Türk milleti deyiminin içindedirler. Ancak Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türkler başka topraklarda, başka milletlerin idaresi altında bulunmaktadırlar. Bugün dünya üzerinde biricik bağımsız Türk Devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bütün Türklük meselelerini sahibi ve temel varlığıdır. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyetinin birinci plânda ele alınması ve korunması, yüceltilmesi başlıca konuyu teşkil etmelidir. Türk milletinden olmak, Türk milletini sevmek ve Türk devletine sadakatle hizmet aşkı taşımak, vatana bağlılık duygusu içinde bulmak ve Türk Milletinin yükselmesi için elinden gelen her fedakârlığı yapmak ve çalışmak duygusu ve şuurudur. Bu duygu ve bu şuuru taşıyan herkes Türk'tür. Kalbinde yabancı başka bir milletin özlemini özentisini taşımayan,kendisini Türk hisseden Türklüğü benimseyen ve Türk milletine, Türk devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türk'tür. İşte Türk milliyetçiliğinin temel görüşü budur. Bu görüş ışığında olayları değerlendirmek zorunluluğu vardır. Türk milliyetçileri sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Türklerle mi ilgilenecektir? Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türklerle münasebetlerimiz ve bunlara karşı tutumumuz ne olmalıdır? Bu sorulara verilecek cevap şudur: Türk milliyetçiliği, dünya üzerinde nerede Türk varsa onlarla ilgilidir. Onlara karşı derin bir sevgi ve ilgiyle doludur. Dünyanın neresinde Türk varsa bu Türklerin iyi durumda olmaları, bu Türklerin yükselmeleri, korunmaları, kendilerine mümkün olan her çeşit yardım ve desteğin sağlanması Türk milliyetçiliğinin şaşmaz düsturudur. Ancak Türk milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında bulunan Türklerle ilgisinde ve münasebetlerinde, bu ilgi ve münasebetlerin Türkiye Cumhuriyetimi tehlikeye sokmayacak, Türkiye Cumhuriyeti'ne zarar vermeyecek şekilde yürütülmesi prensibini esas alır. Yurdumuzda iç politika mücadeleleri, politika menfaatleri dolayısıyla Türk milletinin yüksek davaları çiğnenmiştir; zarara sokulmuştur. Türkiye'de Turancılık görüşleri hakkında yalan yanlış iddialar ortaya atılmış ve Turancılık düşüncesi, Turancılık fikri kötü, zararlı bir düşünce olarak Türk milletine tanıtılma yoluna gidilmiştir. Yunanlılar için Enosis neyse, Ruslar için Panislâvizm neyse, Almanlar için Alman Birliği neyse, Araplar için Arap Birliği neyse, İranlılar için Panaryanizm neyse, Türkler için de Turancılık odur. Milliyetçilik, Türk milletine karşı beslenen derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendisini samimî olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk'tür. Biz; Türk milletine mensup olduğumuza göre, bu milletin içinden çıkmış insanlar olduğumuza göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir bağla bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin haklarını daima her çeşit tesirlerden uzak, her şeyin üstünde bulundurulması için çalışmayı görev tanıyacağız. İşte bu sebeplerden dolayı bizim milliyetçiliğimiz, Türk milletine karşı duyulan derin, köklü bir sevgi ve Türk milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce, en modern uygarlığın en ön safına geçirilmesini sağlamak duygusundan kuvvet alır. Milliyetçiliğimiz başkalarına karşı kin, garez duygularıyla beslenmez. Demek ki, Türk milliyetçiliği, Türk milletine karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan, baskıdan uzak, şerefiyle yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safa geçmiş bir hâle getirmek isteği ve bu isteğin yarattığı duygudur. Birinci prensibimiz olan milliyetçiliğimizin özet olarak tarifi budur. Bunun yanında Türkçülük kelimesini de ilâve ediyoruz: Milliyetçiyiz, Türkçüyüz. Neden Türkçüyüz? Çünkü milletimiz Türk milletidir. Türkçülük ne demektir? Türkçülük, Türk milletinin hayatının her safhasında yapacağı her şeyin Türk ruhuna, Türk geleneğine uygun olması ve Türk'e yararlı olması amacının, fikrinin ön plânda tutulmasıdır, Türkçe konuşacağı, Türkçeyi daima her şeyin üstünde tutacağız. Yapılacak her işte Türklük ruhuna, Türk'ün özelliğine uygun ve Türk milletine yararlı olması şartını göz önünden kaçırmayacağız. Türkçülüğün de kısaca tarifi budur. Birinci prensibimiz olarak aldığımız Milliyetçilik ve Türkçülük, kısaca yaptığımız bu izah ve tarifle işte bu şekilde ortaya konmuş oluyor.
0-
Türk Kültürü ve Tarihinde At
Atın Türkler Tarafından Evcilleştirilmesi ve Kullanılması Batılıların Ari ırkın üstünlüğünü kanıtlamağa çalışan İndo-Germen kuramına göre, Hint-Avrupalıların çok eski dönemlerde Çin'in Kansu bölgesine değin bütün Orta Asya'ya yayıldıkları ve aslında göçebe (bozkırlı) oldukları, atın ilk kez onlarca evcilleştirildiği, dünyanın ata binme sanatını onlardan öğrendiği öne sürülür. Bu aslında Batılıları yüceltmeye dayanan köksüz bir kuramdır. Bugünkü Batılıların ataları ne tarım kökenli, ne de göçebe kökenli olmayıp asalak ekonomiye (avcılık ve toplayıcılık) bağlı olduklarından, Batılılar atalarını yüceltmek ve kendilerine daha yüksek bir kültür kökeni sağlamak için bu kuramı icat etmişlerdir. Batılıların atın üzerinde önemle durması, bu hayvanı evcilleştirip binmenin insanlığın kültür geçmişinde çok ileri bir hamle olmasından ileri gelir. Evcil atın kökeninin kuramsal olarak kalıntıları Orta Asya'daki Cungarya'da ortaya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı "Equus Przewalsky" olduğu öne sürülmüştür. Ancak, eski çağlarda bir değil birçok türden yaban atı yaşamış olup, bunlar arasında Bozkır Kültürü'ndeki (Türklerin yarattığı kültür) savaşçı çobanlarca binek ve savaş atı olarak kullanılan at, "Przewalsky" cinsi değil, küçük gövdeli, uzun ve ince bacaklı, mağrur bakışlı, sert tırnaklı batı bozkırları cinsidir. Asya Hunları "Przewalsky Atı" nı bilir ama bu atı yalnızca araba ve yük hayvanı olarak kullanırlardı. Kalın bacaklı, hantal gövdeli "Przewalsky Atı" koşu sırasında çeşitli yönlere doğru hızlı dönüş yapmağa elverişli değildi. "Bozkır Atı" nın ise, özellikle savaşlardaki seri ve karmaşık manevra hareketlerine kolayca alışabilen bir gövde yapısı vardı. Asya'daki ilk at kalıntıları, Türk anayurdu bölgesindeki Afanasyevo Kültürü (MÖ 2500-1700) ile onun bir gelişmesi olan, aynı bölgedeki Andronovo Kültürü'nde (MÖ 1700-1200) görülmüş ve Andronovo Kültür Çevresi'ne giren yerlerde hep at kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Çeşitli bilginlerin araştırmalarının ortaya koyduğu kanıtlara göre bu iki kültür, Türklerin eski ataları tarafından yaratılmış olup Andronovo ve Afanasyevo kültürlerine ait insan iskeletleri Türk = Turan tipini temsil etmektedir. Başka kültür çevrelerinin kalıntılarında bulunmuş at iskeletlerinin fonksiyonel bir değeri yoktur. Örnek olarak bugünkü Türk toplumunu ve kediyi ele alalım. Bundan binlerce yıl sonra bugünkü Türklerin yaşamış olduğu topraklarda arkeolojik bir inceleme yapılsa, birçok kedi iskeleti ile karşılaşılır. Ama bu iskeletler, kedinin Türkler tarafından evcilleştirildiğini, Türklerin yaşamında kedinin sosyal ve/veya ekonomik bir unsur olduğunu kanıtlamaz. Önemli olan, kedinin Türk yaşamında fonksiyonel bir değer kazanıp kazanmadığıdır. İşte, atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türklerin öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan "Bozkır Kültürü" nde görülmektedir. Bozkır Kültürü'nde rol onayan baş etken biniciliktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak su başlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültürü'nde duyulacağı açıktır. Bozkır Kültürü'nde, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü'nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türklerin çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık "Savaş Atı Çağı" nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya'da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür. Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşamından hayvanları evcilleştirmeğe geçek ilk ırk Türklerdir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar olmuştur. Kapanda-Yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi Moğollar'da da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü'ne katılmışlar, Türklerle birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi'ne yani Bozkır Kültürü'ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır. Türkler, yetiştirdikleri atın etini yerler, sütünden millî içkileri olan kımız'ı yaparlar, onu kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir sağlarlardı. Özellikle Çin, atı Türk ülkelerinden sağlardı. Çinliler, sadece Göktürk çağında, ayrı adlarla anılan 11 cins Türk atından söz etmişlerdir. Çin belgelerine göre, Hun Türklerinden önce Çin'in kuzey kavimleri atlı savaş yöntemini bilmiyorlardı. Çinliler de atı önceleri yalnızca savaş arabalarında kullanmakta olup MÖ 4. yüzyılda Türklerle ilk karşılaştıkları zamana kadar Atlı Bozkır Kültürü'nü bilmemekteydiler. Çin tarihlerine göre Türkler her yıl at güreşi düzenler, birinci gelen atın soyunu türetirlerdi. Çinliler, Türk atlarının güzelliğine ve gücüne hayrandılar. En güzel Türk atlarına "Kan Terleyen Atlar" adı verilirdi. Güreşen Atlar Bozkır Türk'ü, yaşamında çok önemli bir yeri olan, özel ad ve sanlar verdiği ve törenle gömdüğü atı zeka sahibi, gökten inmiş, kutsal bir hayvan olarak düşünmüştür. Asya'daki en eski atlı defin, Andronovo Kültürü'nde görülmektedir. Atlı defin törenleri, Andronovo Kültürü'nden dünyaya yayılmış, bu kültürün soyundan gelen Hun ve Avar Türklerince de Germen ve İslav kabilelerine öğretilmiştir. Köl Tigin Yazıtı'nın doğu yüzünün 32-40. satırları ile kuzey yüzünün 2-9. satırlarında Göktürk orduları başkomutanı Köl Tigin'in bindiği atlar, adları ile belirtilir. O çağdan beri Türkçe'de "at" olarak söylenen sözcük, Asya Hunları’nın evcilleştirdiği hayvanlardan söz eden MÖ'ki Çin kaynağı Shi-Ch'i'de Çin ağzına uydurularak- k'utti, k'uai-t'i olarak belirtilmektedir. Çince kaynak bu Hunca sözün anlamını "daima büyük bir güç ile sıçramaya istekli" diye açıklamıştır. Türkçe'de "at" sözcüğünden türemiş atım, atlamak, atılmak, atmak vb sözcüklerde aynı anlam bugün de korunmaktadır. Türkler, Ön Asya ve Anadolu'ya göç edince at kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk (Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da Türk kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliği'nin yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulundukları için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb Öz Türkçe sözcükler Arapça ve Farsça'ya geçmiştir. Kurıkanlar ve Türk At Kültürü Göktürk Yazıtları'nda adları sık sık geçen Kurıkanlar, Baykal gölünün batısında yaşarlardı. Kurıkanlar'dan kalmış kaya resimleri arasında Göktürk yazısı ile yazılmış Türkçe yazıtların bulunması, Kurıkanların bir Türk boyu olduğunu göstermektedir. Kimi araştırmacılarca Oğuz Türklerinin bir boyu sayılan Kurıkanlar, Göktürk döneminde Sahaların (Yakutların) güneyinde, Göktürklerin de kuzeyinde bulunuyorlardı. Çin kaynakları, Kurıkanların çok büyük ve güçlü olan, boyunları deve boynuna benzeyen atlarının bulunduğunu yazarlar. Kurıkanlar'dan kalmış kaya resimlerinde de uzun boyunlu güzel atların bulunması Çin kaynaklarını desteklemektedir. Kurıkan kaya resimlerinde atların yeleleri tarak ağzına benzer bir biçimde kesilerek süslenmiş, boyunlarına da bir püskül asılmıştır. Bu tarak biçimindeki at yeleleri Altaylardaki Gök Türk, Kırgız çevrelerinde bulunduğu gibi,Hunları temsil eden Çin kabartmalarındaki at yelelerinde de bulunur. Türkler, atın yelelerine astıkları bu süslere bonçuk, monçuk (boncuk) derlerdi. Kurıkan kaya resimlerindeki kimi atların eyerlerinin arka kaşları oldukça yüksektir. Türklerde eyerlerin bu ön ve arka yastıklarına köpçük adı verilirdi. Bazen de öngdünki yalıg, kidinki yalıg, yani "ön eyer kaşı, arka eyer kaşı" diye adlandırılırdı. Resimlerde, atların bazılarının kuyrukları düğümlenmiştir. At kuyruğunu bağlama geleneği Türklere özgüdür. Alp Arslan da, Malazgirt Meydan Savaşı'nda atının kuyruğunu bağlamıştı. Türkler, at kuyruğunu iple bükme ya da bağlamaya sırtlamak derlerdi. Harezmşahlar döneminde yazılmış Türkçe sözlüklerde "tügdi atnın kuyrugın" şeklinde deyimlere rastlanır. At kuyruğunu bağlama geleneği Kırgızlarda, Hunları temsil eden Ho-Chü-P'ing dikilitaşında, Çin ressamı Han-Kan'ın yapmış olduğu bir Hun portresinde ve sair Türk boylarında da görülür. Bu gelenek daha sonra Moğollara da geçmiştir. Kurıkan Türklerinin kaya resimlerinde atlara bazen üç kişinin bindiği görülür. Birden çok kişinin ata binmesi adeti öteki Türk boylarında da vardı. Türkler, at üzerine ikinci bir kişinin binmesi için ayrılan yere sugarsuk, atın arkasına binene de köçük derlerdi. MS 983-985 yıllarında Uygur başkentine giden Çinli elçi Wang Yente, Uygur Türklerinde mülkiyetin at renklerine göre düzenlendiğini belirtir. Peçenek Türklerinde de benzer biçimde, boylar atların renkleriyle vurgulanır. Sekiz boydan oluşan Peçenekler’in atlara bağlı olarak aldıkları adlar şöyledir: 1) Yavdı Erdim: Parlak Erdem. Parlak atları olan Erdem boyu. 2) Kürekçi Çor: Gök (Mavi) Çor. Gök (mavi) atları olan Çor'un boyu. 3) Kabukşın Yula: Ağaç kabuğu renginde atları olan Yula'nın boyu. 4) Suru Kül-Bey: Boz atları olan Kül-Bey'in boyu. 5) Kara Bay: Kara atları olan Bay'ın boyu. 6) Boru Tolmaç: Koyu renkli atları olan Dilmaç'ın boyu. 7) Yazı Kaban: Kaban boyu (net değildir). 8) Bula Çoban: Alaca atları olan Çoban'ın boyu. Yukarıda Peçenek boylarının adlarında geçen Çor, Yula, Bay, Dilmaç, Çoban (Çaban) terimleri kişi adı değil, unvandır. Mesela Çoban, koyun güden anlamında değildir. Türk Ordusunda At Hun Türkleri, binicilik ve savaş eğitimlerine daha çocukken başlar; önce koyuna, sonra taya, en sonra da ata binilerek süvarilik öğrenilirdi. 4-6. yüzyıl Roma ve Batı kaynaklarına göre "Daha yeni yürümeğe başlayan Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at hazır bulunurdu", "Hunlar at üstünde yerler, içerler, konuşurlar, alış-veriş yaparlar, uyurlardı", "At başka kavimleri yalnızca sırtında taşır, ama Hunlar at üstünde ikamet ederlerdi". 7-10. yüzyıl Bizans kaynaklarına göre "Türkler sanki at üstünde doğmuşlardır, sanki yerde yürümesini bilmezler". Çin kaynaklarına göre, en iyi at eğiticisi olan Asya Hunları, kimsenin dokunamadığı yaban atlarını yakalayıp evcilleştirirlerdi. Benzeri bilgilere Çin, Roma, Bizans, Rus, Süryani, İslam vb kaynaklarda 14. yüzyıla değin rastlanır. Hun, Göktürk, Selçuklu, Türk-Moğol ve Osmanlı kağanlıkları (=imparatorlukları) at üzerinde yaşa***** ve savaşarak kurulmuştur. Türkler yaşın (=şimşek) gibi hızlı atlarıyla kolaylıkla fetihler yapar, uzak-yakın ülkeleri ele geçirirlerdi. Ağır zırhlı orduları baskın ve ani saldırılarla şaşkına çevirir, girişimi daima elde bulundurarak düşman saflarını bozar, sonunda da yok etme saldırısını başlatırlardı. Bu durum, zaferin az bir kayıpla kazanılmasını sağlardı. Bundan ötürü Ortaçağ kaynakları, Türk savaşçılarının "kasırga gibi birdenbire görünüp, kuşlar gibi uzaklaştıklarını" şaşkınlıkla tasvir etmişlerdir. Eski Türklerin atlı birlikleri, çağımızın zırhlı birlikleri gücündeydi. Büyük çoğunluğu okçu atlılardan kurulu Türk orduları, atın sağladığı hız ile ağır ve kütle muharebesi yapan yabancı ordular karşısında üstünlük kazanırlardı. Bozkır savaş yönteminin iki önemli özelliği vardı: sahte geri çekilme ve pusu. Yani kaçarmış gibi geri çekilerek, düşmanı çember içine almak için pusu kurulmuş yere çekmek. Yada Türk yurdunun eski adından ötürü adı verilen bu savaş oyununun temel faktörü at ve atın sağladığı süratti. Atın sağlamış olduğu sürat olmasa bu taktik uygulanamazdı. Türkler, Bozkır döneminde ve daha sonra da (1071 Malazgirt, 1369 Niğbolu, 1526 Mohaç, Kurtuluş Savaşı'ndaki bir çok çarpışma vb) bu taktiği büyük bir beceri ile uygulamışlardır. Göçebe Türk Kağanlıklarında at, askeri gücün kaynağı idi. Bundan ötürü Türkler, çok sayıda at yetiştirirlerdi. MÖ 49 yılında bir Hun ailesinin 7000 atı, MS 83 yılında da başka bir ailenin 20.000 atı olduğu saptanmıştır. Göktürk han ve beylerinin de at sürüleri sayısızdı, yüz binlere varıyordu. Göktürkler çağında, Kırgız ve Basmıl Türklerine komşu olan bir Türk boyu adını atlarının renginden almıştı. Bunların Oğuzlardan Alayondlu boyu olduğu anlaşılıyor. Nitekim 8. yüzyıldan kalma Tibetçe bir belgede Alayondlu (Ha la-yun long) boyunun kalabalık ve zengin olup, en iyi Türk (Drugu) atlarını yetiştirdiği bildirilir. Türk atlıları, savaş alanında atların renklerine göre belli kanatlarda yer alırlardı. MÖ 201'de Çin imparatoru Kao-ti'yi kuşatan Motun'un (Mete) savaş düzeni de böyle idi ve doğuda boz atlılar, batıda kır atlılar, kuzeyde yağız atlılar, güneyde doru atlılar yer almıştı. Savaşa girecek atların kuyruklarının kesilmesi de eski Türklerde yaygın bir gelenekti. Çetin savaşlara girmek üzere hazırlanan savaşçılar atlarının kuyruklarını kesip tuğ yaparak kendilerinin fedai olduklarını ilan ederlerdi; savaşçı savaşta ölürse, kesilmiş olan atının kuyruğu mezarına dikilirdi. Zafer için Tanrı'ya yapılan eski at kurbanlarının bir tür devamı olan bu gelenek, daha sonraları atın kuyruğunu düğümleme biçiminde devam etmiş, Osmanlılarca da uygulanmıştır. Ayrıca aynı gelenek (savaşa giden savaşçının atının kuyruğunu düğümlemesi) Kuzey Amerika Kızılderililerinde de vardı. Eski Türklerde kutsal Türk sancağı tuğ idi. Türk devletinin ve bağımsızlığınının simgesi olan tuğ'un başına at kuyrukları bağlanırdı. Tuğ dört bölümden oluşurdu: süslenmiş tuğ direği; direğin başına bağlanmış at kuyrukları; tuğ başı (direğin başına konulur ve kuyrukların bağ yerini gizlerdi); tuğ başının üzerine konulan kurt başı. Eski Türk Dini ve Mitolojisinde At Eski Türklerde Gök Tanrı ve atalara kurban olarak hayvan kesilirdi. Kurban, hayvanın erkeğinden olurdu. Dede Korkut Kitabı'nda yiğitler koyundan koç, deveden buğra, attan aygır kırdırırlar yani kestirirler. En geçerli kurban olan at iskeletlerine Bozkır Türk boylarından kalma sinlerde (mezarlarda) rastlanır. Bundan ötürü Asya Hun, Göktürk, Avrupa Hun ve Avrupa Avarları'nın mezarlarında bol oranda at iskeleti bulunmuştur. Çin kaynakları Hun Kağanının her yıl dağda, göğe at kurban ettiğinden söz ederler. Bu kurban törenlerinde özellikle ak at kullanılırdı. Gök Tanrı'ya kurban verme işlemleri Proto-Türk ve Hun dönemlerinde olduğu gibi, Göktürk döneminde de sürmüştür. Bu dönemde av sırasında at, vurularak da kurban edilirdi. Yanlış olarak kurgan diye adlandırılan (kurgan Eski Türkçe'de korunulacak yer, kale anlamına gelir; Eski Türkler mezara sin, gömüt, bark gibi adlar verirlerdi) Eski Türk mezarlarında, ölüye öteki dünyada hizmet etmesi için gömülmüş atlara rastlanmıştır. Çok kez yas belirtisi olmak üzere atların kuyrukları kesilmiş yada düğümlenmiştir. Atın kurban edilmesi İbn Fadlan'ın seyahatnamesinde de anlatılır. Kesilmiş ağaçlar üzerinde mezarın başına asılan at, ölünün uçmağa (=cennete) giderken bineceği attır. Müslümanlık döneminde de kimi Türk hükümdarları atıyla birlikte gömülmüş yada atının tek başına gömülmesi için tıpkı İslam öncesi dönemde olduğu gibi- mezar yapılmıştır. Türklerle ilgili birçok efsane ve destanda at, sahibinin yakın arkadaşı, zafer ortağı ve en değerli varlığı olarak geçer. At, Türk kozmolojisine göre su unsurunun hayvan biçimli timsalidir. Su kökenli atlar denilen sudan çıkan kanatlı atları anlatan efsaneler bu unsurla ilgilidir. Ayrıca, ak atların üzerinde beneklerin bulunması da uğurlu sayılmakta olup yine bu unsurla ilişkilidir. Başka bir efsanevi at ise gök kökenli atlardır. Bu atlar kanatlı olarak düşünülmüşlerdir. Atla ilgili mitolojik motifler İslamlıktan sonra da devam etmiştir. Hz. Muhammed'i miraca çıkaran Burak, Kur'an'da betimlenmemesine karşın, insan yüzlü ve gövdesi benekli bir at biçiminde tasvir edilmiştir. Türk destanlarında at en önemli unsurlardan biridir. Bir çok destanda at, alp'ın (alp= kahraman, yiğit, şövalye) hem bu dünyada silah arkadaşı olduğu için, hem de öldükten sonra öteki dünyada yoldaşı olacağı için ayrı ve eşsiz bir değer taşır. Türkler atların denizden çıkan, dağdan inen yada gökten, yelden, mağaradan gelen kutsal aygırlardan türediğine de inanırlardı. Çin kaynaklarında Hunların Asya'nın en güzel, en uzun koşan atlarını yetiştirdikleri kaydedilmiştir. Cins atına binen Motun (Mete) Han'a kimse yetişemezdi. Kırgız Türklerinin destan kahramanı olan Manas'ın ak-kula donlu, soylu güzel atına da kimse yetişemezdi. Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz'un çocukluğu "At sürüleri güder, ata biner idi" sözleri ile övülüyordu. Oğuz Kağan, ilk kahramanlığını da at sürülerini ve halkı yiyen canavarı öldürerek göstermişti. Yine Buz Dağı'na kaçan atını bulup getiren bir bey'e Karluk adını vermiş, onu beylere baş yapmıştı. Böylece Karluk Türklerinin ad alışında da bir at rol almış oluyordu. Eski Türklerin at'a verdikleri önem atasözü ve deyimlerine de yansımıştı; "Yayan erin umudu olmaz", "At işler, er öğünür", "At, Türk'ün kanadıdır", "Türk, çadırda doğar, at üstünde ölür", "At ölümü, er ölümü olmasın", "Kuş kanadı ile, er atı ile", "At'a kuyruk, yiğide bıyık yakışır", "Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur" sözlerini sık sık söylerlerdi. Bir Türkmen atasözünde ise şöyle denilir: "Sabah kalk atanı (=babanı) gör, atandan sonra atını gör". Savaşlarda atlar binicisine göre giydirilir ve zırhla donatılırdı. Savaştan önce at yarışları düzenlenir, savaş sonrasında at en değerli ganimetlerden sayılırdı. Oğuz Kağan, güney akınları sırasında sayısız atı ganimet olarak almıştır. Semetey de, babası Manas ölünce onun atını ve eşyasını alır. At yarışlarına bütün Türk boylarınca çok önem verilirdi. Yarışa katılmak, kazanmaktan daha önemliydi. Kahramanlar aygıra binerlerdi. Çünkü Türk atlarının aygırları makbuldü. Aygır olmayan atı Türkler iğdiş ederlerdi. Böylece atlar daha dayanıklı olurdu. Türklerin iğdiş edilmiş bu atları Arap ülkelerinde de kullanılırdı. Alpların ölümünde at onların vefalı bir arkadaşı ve yoldaşıdır. Manas'ın ilk ölümünde atı yas tutmuş, yemeden içmeden kesilmiştir. İli ırmağı boyunda yaşayan Türk boylarının Er Töştük Destanı'nda, Er Töştük'ün karısının Çal-Kuyruk adlı kutsal bir atı vardır. Bu at'a Tanrı bin at gücü vermiştir. Er Töştük'le konuşur, ona akıl verir. Şeytan, Er Töştük'ü öldürünce o diriltir. Birçok serüvenden sonra karı, koca ve atları üç kişi olarak mutlu günler yaşarlar. Manas Destanı'nda, Almam Bet Kalmuklar'ca öldürülünce atı Sarıala, savaş alanında yelesinden ve kuyruğundan ayrıldığı, zayıfladığı halde, perişan durumuna bakmadan, sahibinin ölüsünü düşmana bırakmayıp Talas'a getirir. Türk destanlarında atın kişilik kazandığı görülür. Kırgız Türkleri, güzel ve cesur atlara Gök Kurt anlamında "Gök Börü" derlerdi. Köroğlu'nun ünlü kır atı, bir insan gibi dokuz ay dokuz günde doğmuştur. Bir insan gibi zeki ve anlayışlıdır. Köroğlu'nun yiğitleri ile birlikte tutsak edilince, kimse kendisini almasın diye kör ve topal taklidi yapar. Dede Korkut Destanları'nda Bamsı Beyrek, zindandan çıkıncaya değin kendisini 16 yıl bekleyen atına şöyle seslenir: At demezem sana Kardaş direm Kardaşımdan ileri Türk destan ve efsanelerinde at kutsaldır, gücünü de Tanrı verir. Yakut Türklerinin Er Sogotoh Destanı'nda sarı at, kutsal ve güçlüdür. Er Sogotoh güney seferine çıktığında Kan Irmağı'nı geçemez, atı uçarak onu ırmağın ötesine geçirir. Er Sogotoh'un atı gibi Köroğlu'nun atı da yüzer. Bir keresinde düşmanları Köroğlu'nu izlerken o atını derin bir suya salar; düşmanları boğulur, atı yüzerek onu kurtarır. Köroğlu'nun atının ayakları koşarken yere değmez; babası atın ahırda beslenirken biraz ışık görmüş olduğunu, ışık görmeseydi kanatlı olacağını söyler. Kır At'ın ayağına koşarken çamur bulaşmaz; yelden tez gider, kuş gibi uçar, yüksek kale duvarlarını aşar, gökte uçan kuşu kovalar. Manas Destanı'nda Almam Bet de atıyla, uçan serçeyi yakalar. Köroğlu Destanı'nın sonunda, Kır At ölünce Köroğlu kendini savunmaz. Çünkü Kır At'tan sonra ona yaşamak gerekli değildir; başını katillere uzatır... Oğuzlarda atların başları çok kez koç ve toklu başlarına benzetilirdi. At türünü anlatmak için de yund sözü kullanılırdı. İyi at için kullanılan deyim, eskiden ve şimdi olduğu gibi, yügrük/yögrük sözüdür. Oğuz destanlarında soylu atlardan bidev atlar olarak söz edilir ve bu atlar "bidev atlar ısın görüp okradıkta" deyimi ile övülür. Ancak, Dede Korkut Destanları'nın öz atı Kazılık Atıdır. Kazılık atı "yelesi kara" diye vasıflandırılır ve sık sık anılır. Bu at, Oğuz Türklerinin ünlü dağı olan, yaz-kış karı buzu erimeyen Kazılık Dağı'nın koyak ve eteklerinde yetiştiği için bu adla anılmıştır. Türklerin ata karşı duydukları sevgi inançlarına da yansımıştı. Aşağıda Türklerin atla ilgili inançlarından örnekler vardır. Bunlara Anadolu Türkleri de dahil olmak üzere çeşitli Türk boyları arasında hala inanılmaktadır. - At, bir evin önünde başı eve doğru bağlanırsa soluğu ile o eve bereket ve uğur getirir. - Bir kişi sabahleyin gün doğmadan kır ata binerek bir dereden yedi kez geçerse ona büyü etki yapmaz. - Bir evde at olursa o eve cin, şeytan girmez. - Atın gözü yaşarırsa ya sahibi yada sahibinin yakınlarından biri ölecek demektir. - At başı suya atılırsa yağmur yağar. - Nazardan korunmak için eve at başı asılır. - At'ın soluğu hastalığa iyi gelir. Şaman törenlerinde at, kamı/şamanı gökyüzüne çıkaran binek ve kurbanlık hayvan olarak önem kazanmıştır. Şaman davulu da her zaman at olarak nitelendirilmiştir. At, Gök Tanrı'nın simgelerinden biri olarak önem kazanmış ve kurban olarak da ona sunulmuştur. Şamanist mitolojide at, kam'a/şaman'a göğe çıkma olanağı sağladığı için çoğu kez kanatlı olarak düşünülmüştür. Şaman göğe çıkmak için, ak at yelesinden yapılmış çelenkleri ağaçlara asar. Cengiz Han'ın kam'ı Teptengeri, ruhlarla konuşmak için görünmezlerden gelen bir boz ata binip göklere çıkardı. Kimi Türk toplulukları ise ruhların atlarını, Dünya'nın eksenini oluşturan Demirkazık'a (Kutup Yıldızı'na) bağladıklarına inanırlardı. Bunca sözden sonra konuşmamızı eski bir Türk atasözünü, yeryüzündeki bütün Türkler ve bütün Türk boyları için dua niyetiyle söyleyerek bitirelim: At Ölümü, Er Ölümü Olmasın
0-
Oğuz Kağan'ın TÜRKLÜK duası
ULU TANRI !. GÜZEL TANRI !. GÖK TANRI !. Sen Türk'ü Türk yurtlarını koru !.. Düşman şerrinden sakla ! TÜRK'ü yiğitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK'lük sevgisini koy ! TÜRK'ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar ! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK'e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK'ü faal, cevval edersin. TÜRK'e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün ! ULU TANRI !. Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK'e bunları ver ! TÜRK'ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK'e benlik, hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat sahibi olsun ! TÜRK'ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK'ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın ! ULU TANRI !. Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK'leri maymun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan, TANRI, sen TÜRK'ü çalışkan et ! TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin ! Tembel TÜRK'ü hemen öldür ! TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK'ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK'leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! TANRI, TÜRK'leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! TÜRK'ü töresine sadık kıl, Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın! ULU TANRI !. Türk milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok ! GÜZEL TANRI !. Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK'e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et ! AMAN TANRI !. TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK'e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın! Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !. TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI, TÜRK'e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e öğret! TANRI !. TÜRKÇE konuşulan, TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK'ün hükmü altında bırak ! YÜCE ALLAH TÜRK'Ü KORUSUN !..
0-
Komünistler Tarafından Katledilen Ülkücüler
KOMÜNİST KATLİAMI 17 mart 1978 tarihinde Ömer Bayraklar, Salih Uluğ, Bahri Bilgin, Cevat Koca, Sinan Koca isimli 5 ülkücü işçinin aynı anda, Dev-Yol militanları tarafından hunharca katledildiğini... Ümraniye de oturan bu ülkücülerin Giresunlu olduklarını Sinan ile Cevat’ın kardeş olduklarını... Sinan Koca”nın 10 günlük bebeği olduğunu BİLİYOR MUYDUNUZ? 6 ÖĞRETMEN AYNI ANDA Adana’da 6 ülkücü öğretmenin, 18 Eylül 1979 tarihinde arkalarından ateş açılmak suretiyle şehid edildiğini ... Ahmet Güleç, Davut Korkmaz, Müslüm Teke, Yılmaz Kızılay, Mustafa Karaca ve Özcan Doruk isimli öğretmenleri hunharca katleden komünist militanlardan çoğunun yakalanmadığını Biliyor musunuz... 36 SAATTİR YEMEMİŞTİ 8 Haziran 1970 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bahçesi’nde şehit edilen Yusuf İmamoğlu’nun yapılan otopsi sonucu 36 saattir yemek yemediği .. Şehit edilmeden önce okulun arka bahçesinde bulunan ağaçların altında namazını kılan İmamoğlu’nun, cebinden sadece 35 kuruş çıktığını Biliyor musunuz? ÖNKUZU HEY, ÖNKUZU 23 Kasım 1970 yılında ülkücü şehid Ertuğrul Dursun ÖNKUZU’nun komünist militanlar tarafından ağır işkencelere sonucu şehit düştüğünü... Önkuzu’nun kırılmadık kemiği, patlamadık yerinin kalmadığını ve ağzından ciğerlerine bisiklet pompasıyla hava verilerek ciğerleri de patlatıldıktan sonra okulun 3. katının penceresinden aşağıya atıldığını.. İKİ EVLİYA İzmir Buca cezaevinde yatmakta oldukları hücrelerinden alınarak, 12 Eylül idaresi tarafından haklarında verilen idam hükmünün uygulanması sırasında yanlarında bulunan görevli imamın Selçuk Duracık ve Halil Esendağ için; ““Hiç evliya gördünüz mü? diyenlere Evet… Halil ile Selçuk’u gördüm diyeceğim” dediğini biliyor musunuz? İdama gitmeden evvel Halil Esendağ’ın arkadaşlarından gelinlik istediğini... Peki bu gelinliğin kefen olduğunu biliyor musunuz? ALLAH DAVASI ÖLMEZ 12 Eylül idaresi tarafından idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun son mektubunda “Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa'lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah'a inananlarındır” dediğini Biliyor musunuz? AVUKATI BİLE YOKTU Yine 12 Eylül idaresi tarafından idam edilen Cevdet Karakaş’ı Avukat barolarından hiçbir avukatın savunmak istemediğini... Savunmasını bizzat kendisi tarafından yapıldığını 2,5 YAŞINDAYDI 17 Nisan 1978 tarihinde Malatya Belediye başkanı Hamit Fendoğlu’nun evine gönderilen bombalı paketin patlaması sonucu Hamit Fendoğlu ile birlikte kızı ve 2 torunuyla birlikte şehid edildiğini… Torunu olan Selim Bozkurt Fendoğlu’nun daha 2,5 yaşında olduğunu… babasının da vatani görevini yapmakta olduğunu Biliyor musunuz? O ŞEHİTTİR 12 Eylül idaresi tarafından asılarak şehid edilen Cengiz Baktemur’un idam sehpasına yürüyüşüne şahit olan cezaevi personeli onun için: “Bizce şehiddir o. Şehidlik mertebesine ermemiş birinin kârı değildir sevinerek ve koşarak ilmiği boynuna geçirmek...” dediğini biliyor musunuz? 15 YAŞINDA 5 Eylül 1979 yılında şehit olan Adem Pekmezci isimli ülküdaşımızın henüz 15 yaşında olduğunu biliyor muydunuz? 20 KURŞUN YEDİ Ülkücü şehit Ahmet Evcimen’in basit bir suçtan dolayı arandığını halde Bakırköy’deki Sürmeli otelinin önünde polisler tarafından kıstırıldığında çıkan çatışmada 20’den fazla kurşun yediğini… ÖNKUZU SEVGİSİ 14 Yaşındayken şahadet şerbeti için Tokat’ın Zile ilçesinden Mustafa Taştangil’in kitap ve defterlerinin her sahifesinde büyük ülkü devi Dursun Önkuzu’nun isminin yazılı olduğunu... Mezarı Önkuzu’nun yanında bulunan Taştangil’in ailesinden son isteğinin bu olduğunu biliyor muydunuz? SAĞIR VE DİLSİZDİ Ülkücü şehitlerden Ahmet Sarpkaya’nın Kurban Bayramı’nın son günü mahallelerine baskına gelen komünist militanları önceden fark edip durumdan arkadaşlarını haberdar etmek için evleri dolaşırken açılan ateş neticesinde öldüğünü… 18 yaşındaki Sarpkaya’nın sağır ve dilsiz olduğunu… O GÜN OĞLU OLMUŞTU Uşak’ta dokuma işçiliği olarak çalışan Alaattin Gündüz’ün doğum yapmak üzere olan eşinin yanına giderken 27 kurşunla şehit edildiğini… Gündüz’ün vefat ettiği gün bir oğlunun dünyaya geldiğini ve doğan bebeğe Alaattin isminin verildiğini biliyor muydunuz? 8 ÇOCUKLU ŞEHİT Adana’nın Ceyhan ilçesine bağlı Sarkeçili köyünden olan ülkücü şehit Ali Görkem’in 37 yaşında ve sekiz çocuk babası olduğunu… Daha sonra olay yerine gelen polisler üzerinde Ülkücü bir şairin şiirini bulunca ‘bir faşist daha temizlenmiş’ diyerek cesedini tekmelediklerini biliyor muydunuz… 12 EYLÜL ADALETİ (!) Eşitlik olsun diye hepsinden aynı sayıda astık diyen 12 Eylül idaresinin Selçuk Duracık, Halil Esendağ, Cengiz Baktemur, İsmet Şahin, Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Cevdet Karakaş, Ali Bülent Orkan, Ahmet Kerse olmak üzere 9 Ülkücüyü asarak şehid ettiğini biliyor musunuz? BİL VE UNUTMA!... 17 YAŞINDAYDI Alican Karaosmanoğlu’nun 18 Haziran 1977 yılında Mimar Kemal Lisesi öğrencisiyken şehitlik mertebesine ulaştığını… ve yaşının henüz 17 yaşında olduğunu İŞKENCEYLE ŞEHİT OLDU 6 Ağustos 1979 da şehitlik mertebesine ulaşan Ali Çetin’in vatani görevini asteğmen olarak yaptığı sırada Kayseri’de bulunan ailesini ziyarete gittiğinde şehit olduğunu… Evli ve iki çocuk babası olan Çetin’in komünist militanlar tarafından önce dişlerinin söküldüğünü sonra üzerine asit dökülerek, bıçaklandığını ve daha sonra yakıldığını biliyor muydunuz? ARKADAN VURDULAR Artvin’in Şavşat ilçesinden olan şehit Fuat Meydan’ın bir kahvehanede televizyon seyrederken, sonradan gelip içeri giren ve arkasındaki bir sandelyeye oturan komünist bir militan tarafından kafasına ateş edilmek suretiyle şehit edildiğini … 18 YAŞINDA 3 Haziran 1980 tarihinde şehit edilen Ali Koç’un henüz 18 yaşında olduğunu biliyor muydunuz? Ve o yaşlarda Kayseri ÜGD.’nin Plevne mahallesi şubesi başkanlığını yaptığını… ANNESİNİN KUCAĞINDA… Ali Osman Devecioğlu isimli ülkücü şehitimizin, yaşlı annesini emekli maaşını almaya götürürken, Çeliktepe’de komünist militanların silahlı saldırısına uğradığını. Kafasına isabet eden tek kurşunla olay yerinde, annesinin kolları arasında şehit olduğunu ve oğluna siper olmaya çalışan annesinin de ağır bir şekilde yaralandığını biliyor muydunuz… AİLECE KATLEDİLDİ Ali Rıza Altınok’un 25 Haziran 1980’de İstanbul Gaziosmanpaşa’da MHP ilçe başkanlığı görevini yürütürken Rami’deki evine, silahlı bir baskın düzenleyen komünist militanlar tarafından kızı ve karısı ile birlikte vurularak şehit edildiğini... KIZI OLMUŞTU ! İnşaat Mühendisi olan Ali Sünnetçi isimli evine giderken pusu kurarak beklemekte olan üç komünist militanın silahlı saldırısı neticesi vurularak şehit olduğunu. Hamile olan eşi, şehadetinden sonra bir kız çocuğu doğurduğunu... KAMYON DOLUSU KOMÜNİST Ali Tezdoğan’ın Eyüp MHP İlçe teşkilatının kurucularından olup, yönetim kurulu üyesiyken partiyi basmaya gelen bir kamyonet dolusu komünist militan tarafından kurşun yağmuruna tutularak kendisine ait camcı dükkanı içerisinde şehit edildiğini. Cenazesi, Eyüp Mezarlığı’nda toprağa verildiğini biliyor musunuz? SEYREDEN CEMAAT Tunceli’nin Çemişkezek kazasından olan 24 yaşındaki Alper Tunga Uytun’un Cuma namazını kılmak için gittikleri okul yakınındaki bir camiden çıkarlarken cami önünde bekleyen bir grup komünist militanın saldırısına uğradıklarında, üç yerinden bıçaklanarak ağır yaralandığını. Yaralandıktan sonra, camiden çıkan ve olayı tepkisiz seyreden cemaata hitaben söylediği “Bir müslümana saldırılıyor, hiç biriniz müdahale etmiyorsunuz! Bu böyle giderse, korkarım sizler de aynı akıbete uğrarsınız.” sözünün, bir müddet sonra gerçekleştiğini ve cemaatten bir çok insan daha sonra komünistlerin saldırılarına uğradığını… BİLİYOR MUSUNUZ? SONRA KIZI OLDU Ülkücü Şehit Arif Yılmaz’ın 21 yaşında ve evliyken şehit edildiğini… 1978 yılı Ramazan ayında, başından vurularak şehit edildikten sonra “Gül” adı verilen bir kız çocuğunun dünyaya geldiğini Biliyor muydunuz? EVİNE GELEN BELGE Balıkesir’li ülkücü şehit Atalay Çakır’ın 20 yaşındayken 1979 yılı Ramazan ayında, evleri yakınındaki Sakarya Camiine giderken şehit edildiğini. Şahadetinden bir gün sonra evlerine, üniversite imtihanında Hukuk Fakültesi’ni kazandığını bildiren bir belgenin geldiği... 17 YAŞINDA, 14 KURŞUN 11 Ocak 1980 tarihinde şehit edilen Ayhan Yazıcı’nın, Zeytinburnu-Yeşiltepe mahallesinde oturduklarını…17 yaşında olup İhsan Mermerci Lisesi son sınıf öğrencisi olduğunu… Olay günü, sabah okula giderken evlerinin önündeki sokakta yolunu kesen komünist militanlar tarafından vurularak ağır yaralandı. Yaralı halde geri evine girmek isterken peşinden gelen komünistler tarafından tekrar kurşunlanarak evlerinin kapısında 14 kurşunla şehit edildiğini… Cenazesi, Zeytinburnu Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildiğini. CESEDİ ÇÜRÜMEMİŞTİ Balıkesir’in Havran kazasından olan ülkücü şehit Hasan Tezer’in askerliğini yeni bitirdiğini ve CHP Gençlik Kolları başkanı ile iki arkadaşı tarafından dövüldükten sonra kurşunlanarak şehit edildiğini. Şehadetinden altı ay sonra mahkeme kararıyla mezarı açıldığında, cenazesinin hiç bozulmamış halde olduğu görüldüğünü biliyor musunuz? ŞEHİT EŞİNE İŞKENCE Bahri Aksu isimli ülkücü şehidimizin evli ve çocuk sahibiyken Şişli’de vurularak şehit edildiğini. 12 Eylül’de eşinin polisler tarafından gözaltına alındı ve götürüldüğü Üsküdar Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceye uğradığını… Daha sonra da, İstanbul MHP Davası’nda sanık olarak yargılandığını Biliyor muydunuz? RAMAZANDA ŞEHİT İstanbul-Eyüp’te, Marangozlar Sitesi’nde marangozluk yapan Başaran Kambur’un evli ve çocuk sahibi olup, Eyüp-Ortakçılar semtinde oturduğunu… Başaran’ın mübarek Ramazan ayında, sabahleyin işyerine baskın düzenleyen bir grup komünist militan tarafından otomatik silahlarla taranarak şehit edildiğini. Cenazesinin, Eyüp Mezarlığı’nda toprağa verildiğini... DAYANILMAZ ACI 4 Temmuz 1978’de Kayseri’de şehit edilen Bedri Akbaş’ın, 19 yaşında evli ve bir kızı olduğunu… Şehadetinden sonra bir kızının daha dünyaya geldiğini… ETKO davasından tutuklu bulunan ağabeği Hasan Hüseyin Akbaş da yaklaşık bir yıl sonra komünistler tarafından yattığı cezaevinde şişlenerek şehit edildiğini biliyor musunuz? EVİN TEK OĞLU Bekir Çifter’in şehit olduğunda daha 16 yaşında olduğunu ve ailesinin tek erkek evladını olduğunu… Kayserili olan bu ülküdaşımızın doktorların gerekli ilgi ve ihtimamı göstermemeleri sebebiyle şehit düştüğünü biliyor musunuz? BİLE BİLE ŞEHİT OLDU İstanbul, Zeytinburnu MHP İlçe Başkanlığı görevini yürüten şehit Bekir Şendilmen’in Zeytinburnu MHP ilçe başkanlığı seçimleri sırasında yöneticililerinden birinin “Biz buraya başkan değil, şehit adayı seçiyoruz.” şeklindeki konuşmasına rağmen adaylığını ko***** başkanlığa seçildiğini. … Seçildikten kısa bir süre sonra şehit edildiğini…. Biliyor muydunuz? 5 AYLIK BEBEK… 8 Mayıs 1979 yılında şehit edilen 26 yaşındaki Bekir Yücel’in öğretmenlik yaparken şehit edildiğinde 5 aylık bir kızı olduğunu Biliyor musunuz? 2 YAŞINDA ŞEHİT 3 Mart 1980 yılında henüz 2 yaşında bir kız çocuğu olan Bilge Özsoy’un, tarih öğretmenliği ve ev hanımı olan annesi ile birlikte komünist militanlar tarafından ailece dövüldükleri sırada başına isabet eden tekmeler neticesi olay yerinde şehit olduğunu… AİLESİNİN TEK ÇOCUĞU 8 Temmuz 1980’de iki arkadaşıyla birlikte şehit olan İstanbul Üniversitesi Tarih bölümü mezunu Blade Aybars Tekin’in, ailesinin tek çocuğu olduğunu… CAMİYE GİDERKEN… Tokat Gaziosmanpaşa lisesi 2. Sınıfında okurken şehit edilen Cengis Aslan’ın 17 yaşında ve okuldan çıkıp Cuma namazını kılmak için camiye giderken yolda komünist militanların açtıkları ateş neticesi şehid olduğunu…. 16 YAŞINDAYDI Cevdet Acar’ın, babasının hırdavatçı dükkanına çivi almak bahanesiyle gelen komünst bir militan tarafından şehit edildiğinde henüz 16 yaşında olduğunu… Şehadeti sırasında ise ağabeğinin, Ülkücülük suçundan cezaevinde yattığını…. 5 BIÇAK DARBESİ Aslen Malatya’lı olup ailece İskenderun’da Dumlupınar mahallesinde oturan Cihan Kurt’un 5 bıçak darbesiyle şehit edildiğinde 16 yaşın olduğunu Biliyor musunuz? DEMİR ÇUBUKLARLA Ailesinden ayrılarak çalışıp para kazanmak gayesiyle geldiği Antalya’da hamallık yapan Erdal Çor’un, kendilerini durdurup kimliklerini ve siyasi görüşlerini soran bir grup komünistin saldırısına uğradıklarında, demir çubuklarla dövülerek ağır yaralandığı. Ve bir müddet sonra 18 yaşındayken şehitlik makamına ulaştığını… İFTAR SAATİNDE 10 Eylül 1977’de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nden yeni mezun olan, 21 yaşındaki Erdem Arabacı’nın Kadir Gecesi, iftara yakın saatlerde komünistlerin saldırısı sonucu şehit olduğunu… Arabacı’nın ailesinin tek erkek çocuğu olduğunu biliyor musunuz? BEBEĞİNİ GÖREMEDİ… Balıkesirli Ülkücü şehit Erdoğan Bıyık’ın 2 Haziran 1979 mahallelerini basan komünistlerle girişilen bir silahlı çatışma esnasında, vücuduna isabet eden tek kurşunla vurularak şehit olduğunu… Bıyık’ın şehadetinden birkaç gün önce ikinci çocuğunun dünyaya geldiğini… Bir çocuğun babasız büyümek zorunda kaldığını… 17 YAŞINDAKİ ŞEHİT Giresun’un Görele ilçesine bağlı Çavuşlu nahiyesinden olan 17 yaşındaki Erdoğan Yılmaz’ın Vefa Lisesi’nde okurken komünist militanlar tarafından vurularak şehitlik mertebesine ulaştığını… EYÜP’TEKİ ŞEHİT 2 Şubat 1980’de Eyüp MHP İlçe 2. Başkanı Şaban Ali Terzibaşı’nın 17 yaşındaki oğlu Erkan ile birlikte şehit edildiğini ve Erkan’ın lise 1. sınıf öğrencisi olduğunu… ACI ÜSTÜNE ACI Faruk Ferah’ın cezaevinden tahliye olduktan tam 9 gün sonra yani 5 Nisan 1980’de şehit edildiğini…. 20 yaşındaki Ferah’ın Eskişehir Bahçelievler Lisesi’nden yeni mezun olduğunu ve oğlunu kaybetmenin acısına dayanamayan babasının kısa bir süre sonra vefat ettiğini. Ülkücü Şehit Faruk Ferah’ın mezarı başına dikilen ve üzerinde “Bir Leylei Kadir’de düşen din için yere” mısraı ile başlayan şiirin kazılı olduğu mezartaşının 12 Eylül’den sonra polisler tarafından sökülerek götürüldüğünü… 10 KEZ SALDIRILDI Fazıl Ahmet Kurtoğlu 23 yaşında olup İstanbul’un Kadırga semtinde kalmaktaydı. Ortaköy Eğitim Enstitüsü öğrencisiydi. 13 Aralık 1979 günü Kadırga semtinde komünist militanlar tarafından tutularak işkence edildikten sonra şehit edildi. Şehit Kurtoğlu’nun daha önce de, 9 defa silahlı saldırıya uğradığını Biliyor musunuz? KATİLİ AMCASININ OĞLU Adana’nın Karataş ilçesine bağlı Yemişli köyünden 20 yaşındaki şehit Figen Çöktü’nün komünistlerin baskıları sebebiyle devam ettiği Ticaret Lisesi’ni yarıda bıraktığını ve Çukobirlik Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştığını… Olay günü, akşam geç saatlerde evlerine giren biri amcasının oğlu iki komünist militan tarafından kurşunlanarak şehit edildiğini Biliyor musunuz? 19 KURŞUN Konya’lı 18 yaşındaki Haluk Çağan, İstanbul’un Haznedar semtinde oturuyor ve bir oto tamir atölyesinde çalışıyordu. Çağan’ın Komünist militanlarca açılan ateş neticesi, vücüduna 19 kurşun isabet ederek ağır yaralandığını ve bu sırada ağabeğinin de Ülkücülük suçundan cezaevinde yattığını… İKİ KARDEŞ Samsunlu Ülkücü Şehit Hasan Güven’in 18 yaşındayken, alışveriş bahanesiyle bakkal dükkanlarına gelen komünist militanlar tarafından kurşunlanarak şehit edildiğini. 24 Mart 1980’de şehitlik makamına ulaşan Güven’in 11 gün önce de kardeşinin de şehit düştüğünü biliyor musunuz? KADİR GECESİ ŞEHİDİ Ülkücü Şehit Hayrettin Ulubay’ın 25 yaşındayken 10 Eylül 1977 yılında Ramazan ayının Kadir Gecesinde camiden çıkarken şehit edildiğini… Ulubay’a bıçaklarla saldıran komünist militanlarının içinde o dönemin CHP Sivas Divriği ilçe başkanın kardeşininde bulunduğunu biliyor musunuz? 1 HAFTALIK EVLİ Arvin’in Murgul kazasına bağlı Eren köyünden olan Hikmet Yıldırım’ın 23 Ekim 1978’de şehit edildiğinde 17 yaşında olduğunu… Şehit Yıldırım’ın henüz bir haftalık evli olduğunu ve şehadetinden bir süre sonra, karısının acısına acıya dayanama***** vefat ettiği… 32 KURŞUN… Elazığ’ın Maden kazasından olan ülkücü şehit Hüseyin Altay’ın Tuzla Ağır Saç Sanayi Fabrikası’nda öğle paydosunda iş yerine gelirken komünist militanlar tarafından şehit edildiğinde 32 kurşun yarası olduğu tespit edildiğini…. İŞKENCENİN BÖYLESİ Hüseyin Bayram’ın 17 yaşında Ülkücülük suçundan girdiği Antalya Kapalı Cezaevi’nde komünist mahkumların isyanı sırasında, önce şiş ve bıçak darbeleri ile ağır yaralandığını... Sonra da, başına tüplerle vurularak ezilmek suretiyle şehit edildiğini. Bayram’ın cenazesin, polisler tarafından gizlice bir çukura gömülmek üzereyken ülküdaşlarının yetişerek müdahele etmesi üzerine cenaze namazının kılıp Antalya’nın Kütükçü Mezarlığı’na defnedildiğini…. RAMAZAN BAYRAMININ İLK GÜNÜ 22 yaşındaki Hüseyin Büyükkoz’un İstanbul Galatasaray Mühendislik Yüksek Okulu, Makina bölümü öğrencisiyken, Şişli’de komünist militanlar tarafından kurşunlanarak şehitlik mertebesine eriştiğini… Şehit edildiği gün 1976 yılının Ramazan Bayramı’nın ilk günü olduğunu biliyor muydunuz? DAYANAMAYAN BABA Samsun’lu Hasan Güven’in 13 Mart 1980 günü 16 yaşındayken şehadet şerbeti içitiğini ve ondan 11 sonra ağabeyi Hasan Güven’in şehit düştüğünü… Art arda iki oğlunu şehit veren baba Dursun Ali Güven’in de bu acılara dayanama***** kısa bir süre sonra vefat ettiğini…
0-
VATAN VE BAYRAK NAMUSTUR..!
Bayraksızlar ne bilsin,bayrağın kıymetini Onlar için bayrak bez parçasından başka ne ki Bayrağı yere düşürmekle bayrak değerini yitirir mi Yüzlerinde ki pislikler bayrağımı pisletebilir mi O bayrağın altında yiyip içip kuduranlar İnsan olan utanır yaptığından,hayvanlar utanmazlar Hayvanda haya yoktur çünkü,yaptığını anlamazlar Adı pkk iken provakatöre çıkan bayraksızlar Sen ne anlarsın vatan ne,bayrak ne Kan dökmeniz bile sebepsiz yere Allah için,vatan için dersem ne anlarsınız Defolun gidin,bayrak diktirmeyin yine Kanla almış atam,vatan dediğin kokar kan Kanla rengini verdiğim bayrağımı size kullandırtmam Vatansa bizim,bayraksa sembolüdür vatanımı anlatan Kime anlatıyorum ki,ne anlar vatanıda bayrağıda olmayan İmralıdan komutlarla vatan parçalanmaz Bayrağımı yakarakta,bayrağım aşağılanmaz ALLAH der,VATAN der bu can başka dil kullanmaz Bu vatanın toprağındaki kanlar başka bayrak tanımaz
0-
BİR 12 EYLÜL MUHASEBESİ
Bir ülküdaşımızın,ağabeyimizin yazısıdır,alıntıdır. BİR 12 EYLÜL MUHASEBESİ Bu, 12 Eylül’ü yaşamayan birinin 12 Eylül muhasebesidir. Ülkenin kargaşa içinde olduğu ve sonrasında insanların darbe ile susturulduğu dönemi sadece okuduğu, dinlediği kadarıyla bilen biri olduğumu belirtmek isterim. Bu yüzden “yaşın kaç da 12 Eylül’ün muhasebesini yapıyorsun” gibi sözlerin önünü almış olduğumu düşünüyorum. Hadiselerle ilgili yorum yapmak için illa ki hadiseleri yaşamış olmak gerekmez. İstanbul’un fethini yaşamadığımız hâlde bugün o konuda yorum yapabiliyorsak, aynı şekilde 12 Eylül’ün değerlendirmesini de yapabiliriz diye düşünüyorum. 12 Eylül günü ne oldu? Öncesinde ve sonrasında neler yaşandı? Kitaplardan okuduğumuz, büyüklerimizden dinlediğimiz kadarıyla bu dönemin muhasebesini yapalım. 12 Eylül Öncesi Ülkemiz; kökü dışarıda, dalları içeride olan birileri tarafından karıştırılmak isteniyordu. Bunda da başarılı oldular. Eğitim yuvalarına yabancı fikirler sokuldu. Türk gençleri sağcı-solcu diye ikiye ayrıldı. “Solcu” diye adlandırılan kesimler ellerinden Stalin, Mao, Che gibi özümüze yabancı liderlerin posterlerini, bellerinden de silahları eksik etmediler. Binlerce vatan evladı, gül fidanı kırıldı. Kardeşi, kardeşe kırdırdılar. Fakat ülkücüler hiçbir zaman “piyon” olmadılar. “Piyon”, beynini köhne fikirlere teslim etmiş kardeşlerimizdi. Kim isterdi ki bir Türk evlâdıyla karşı karşıya gelmeyi? Ama bizim töremizde devletin bekası her şeyden önce gelmiştir. Fatih Sultan Mehmet Han kardeş katlini vacip kılarken sadist düşünceler içerisinde miydi? Elbette hayır. Aynı şekilde ülkücü hareket de kardeşleriyle karşı karşıya gelmekten hoşnut değildi. Ama devletin bekası tehlike altındaydı. Kardeşlerimiz yabancı fikirlerin tahakkümüne girmiş, uyuşturulmuş bir hâldeydi. Onları uyandırmak da mümkün olmuyordu. Kardeşlerimizin belinde silah vardı da bizim yok muydu? Elbette vardı. Alnımıza silah dayayan insanlara gül uzatacak hâlimiz yoktu. Ülkücüler yanlış mı yaptı? Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları fark edemedi de bu oyunun bir parçası mı oldu? Bugün geçmişe bakıldığında sözlerimiz “keşke”lerle mi başlıyor? Tarihî hadiseleri dönemin şartlarına göre değerlendirmek gerekir. O dönemde ne gerekiyorsa o yapılmıştır diye düşünüyorum. “Keşke silaha başvurmasalardı”, “keşke piyon olmasalardı” diye hiçbir zaman düşünmedim. Çünkü onlar sadece devletin bekasını düşündüler. Menfaat peşinde koşmadılar; Allah yolunda, O’nun rızası için O’na koştular. Kılıçkıranlar, Önkuzular, Özmenler… Ülkü yolunda şehitler kervanına katıldılar. Ülkücü hareketi yabancılar tarafından tertiplenen bir oyunda “piyon” olmakla suçlamak gerçeğe aykırıdır. Ülkücüler her zaman Türk milletinden taraf oldular. Türk milletinin millî ve manevî değerlerinin komünist çizmelerin altında ezilmesine karşı çıktılar. Diyorlar ki “biz komünizmi savunduysak, siz de faşizmi savundunuz!” Ben bugüne kadar faşizmi savunan hiçbir ülkücüye rastlamadım. Ülkücüler bugüne kadar hiçbir “izm”in savunuculuğunu yapmamıştır. Çünkü ülkücü hareket “izm’lerin idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri” olduğunun farkındadır. 80 öncesi döneme baktığımızda bu ülkenin duvarlarında Lenin, Stalin, Mao posterleri görülmüştür. Ama bir tane bile Hitler posteri gören olmamıştır. Bizi faşistlikle itham edenlerin bazı gerçekleri göz önünde bulundurmaları gerekir. Kafalarına birileri tarafından yerleştirilen ülkücü şablonuyla bu hareketi o şablon içerisine sığdırmak isteyenler ülkücü harekete çok büyük haksızlık etmektedirler. 12 Eylül 12 Eylül’de olanlar bilinen hadiseler. Sabaha karşı radyodan duyulan sesle ordunun yönetime el koyduğu ilân ediliyor. “Our boys” denilen birilerinin çocukları, bu ülkenin çocuklarını ayrım yapmaksızın çilehanelere dolduruyor ve mahkemeler başlıyor. Bugüne kadar bir tek askerine bile söz söyletmemiş olan ülkücü hareket o dönemde beklemediği bir taraftan bir “darbe” yemiş oluyor. Ama o gün darbeyi yapanlar bu vatanın çocukları değil, başkalarının “our boys” dedikleri çocuklardı. Birilerinin çocukları yüzünden ülkücü hareket bu vatanın çocuklarına düşman olamazdı ve hiçbir zaman da olmadı. Bu yüzden bugüne kadar ülkücü hareket mensubu hiç kimseden Türk ordusu aleyhinde bir tek kelime dahi duymamışızdır. 12 Eylül Sonrası 12 Eylül sonrasında mahkemelerin sonuçlanmasıyla birlikte yüreklere, ocaklara ateş düştü. Ülkücü camia idam sehpasında 9 canla temsil edildi. 9 gül fidanı cennet bahçelerine girmek üzere kara toprağa düştü. Ülkücü hareketin mensuplarından başkasına idam verilmedi mi? Elbette verildi; sol diye adlandırılan kesimden de 18 kişi idam edildi. Fakat ikisi arasında hak ile batıl arasındaki gibi incecik bir çizgi var: 9 gül fidanı şahadet mertebesiyle şereflendi. Onlar Allah yolunda, Allah rızası için seferber olmuşlardı: “Ey iman edenler! Ne oldu size ki, ‘Allah yolunda seferber olun’ denilince, yerinize yığıldınız kaldınız? Yoksa ahiretten geçip, dünya hayatına razı mı oldunuz? Fakat o dünya hayatının zevki, ahiretin yanında ancak pek az bir şeydir.” Onlar dünya hayatını önemsemediler. Peki, “solcu” diye adlandırılanlar ne uğrunda öldüler? Bu ikisinin ayrımını iyi yapmak gerekiyor. 12 Eylül’ün Getirdikleri-Götürdükleri 12 Eylül darbesinin ülkemize ne gibi tesirleri oldu? Getirdikleri ve götürdükleriyle birlikte değerlendirmeye çalışalım. Öncelikle belirtmeliyiz ki; o dönemde, 63 yaşında, hapislere düşen Merhum Başbuğumuz’un ifadesiyle “en kötü demokrasi, en iyi ihtilâlden daha iyidir.” Bu gerçeği artık birçoğumuz kabul etmekteyiz. 12 Eylül’den sonraki süreçte iki etkili uyuşturucu Türk gençlerinin zihinlerine dayatıldı: Top ve pop. Bu iki uyuşturucuyla yıllardır uyuşturuluyoruz. Bir futbol müsabakası için insanlar gözünü kırpmadan cinayetler işleyebiliyorsa bu insanlar uyuşturulmuş demektir. Hiçbir anlam ifade etmeyen, basit, sanattan uzak müziklere bu kadar rağbet ediliyorsa, bu sanatı(!) icra edenler toplumda el üstünde tutuluyor ve gençler tarafından örnek alınıyorsa bu insanlar uyuşturulmuş demektir. Bugün sol kesimden bir “Deniz Gezmiş” çıkmıyorsa bunun sebebi beyinlerinin uyuşturulmuş olmasıdır. 12 Eylül’ün götürdüklerine gelince; bana göre en önemlisi “adanmışlık” duygusu. Darbeyle birlikte Türk gençliğinin değerlerine adanmışlık duygusu sinesinden sökülüp atılmıştır. 80 öncesi dönemin Türk gençleri, sağcısıyla solcusuyla, doğrusuyla yanlışıyla davasına inanmış insanlardı. Darbeyle birlikte inandığı değerleri yaşamak, yaşadığı değerleri savunmak gençlerimiz için nostaljiden ibaret kalmıştır. Bugün ülkemizin en yüksek öğretim kurumlarına, üniversitelerimize bakalım: Ülkemizin teminatı olacak gençler bile siyasî konularda söyleyecek sözü olmayan insanlardan oluşuyor. Bir üniversite öğrencisi ülkesinde ve dünyada olan hadiseleri takip etmeli ve bunlar hakkında fikir üretebilmelidir. Ama bugün gençlerimiz arasında siyaset araç olarak değil, amaç olarak kullanılmaktadır. Sonuç Allah bizi darbelerden ve darbeyi gerektirecek kargaşa ortamından muhafaza buyursun. Bugün de manevi bir kuşatma altındayız. Karşı karşıya olduğumuz tehditlerin arttığı bugünlerde “dava adamı” diyebileceğimiz, davası uğrunda ölümü göze alabilen insanların azalması dikkat çekicidir. Bunu da “top” ve “pop” adlı uyuşturucuların sağ-sol ayırmadan bütün gençlerimizi etkilemesine bağlıyorum. Şunu tekrar tekrar belirtmekte fayda var: Ülkücüler bu ülke üzerinde oynanan hiçbir oyunda piyon olmamıştır. Ülkücü hareket her zaman Türk milletinin tarafında, Türk milletinin menfaatleri için yer almıştır. Dünün komünistleri, bugünün “ulusalcı”ları bize milliyetçilik dersi veremez. Sadece ABD karşıtlığı yapmakla milliyetçi olunmaz. Sen sırtını komünist ülkelere daya; Stalin’e, Mao’ya, Lenin’e, Che Guevara’ya ağıtlar yak, ondan sonra da “ulusalcı” olduğunu iddia et. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Dua Ülkü yolunda şehitler kervanına katılan bütün şehitlerimiz için dua edelim. Topraklarımız komünist çizmeleri altında çiğnenmemişse, bu topraklara düşen nice gül fidanı sayesindedir. Onların ruhu için el-fatiha. 11 Eylül 2007
0-
KOLUMU KESİVER KUMANDANIM
Çanakkale muharebelerinde kumandanlık etmiş ve yaralanmış emekli bir subayın hatırası da şöyledir: "Çanakkale harbinin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş* bu nispetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimizle neticelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muharebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin "ALLAH ALLAH" nidaları ufku titretiyor* korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi. Bir aralık yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geri dönünce Ali Çavuşla karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıstırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan* o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından* aldığı bir isabetle hemen hemen kopacak hale gelmişti* Elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ızdırabını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı: "Şunu kesiver kumandanım" dedi. Bu üç kelimelik cümle* öyle müthiş bir istek* öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki gayr-i ihtiyari çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Çok geçmeden Ali Çavuş yalnız elini değil* vatan uğruna fani vücudunu feda etti. Gözlerini hayata yumarken de: "Vatan sağ olsun! Allah imandan ayırmasın!.. Canım vatana feda olsun!.. cümlelerini tekrarla***** son nefesini vermiş* etrafı küçük bir kan gölü haline gelmişti." Günlerdir boğazından bir şey geçmemiş* aç bir vaziyette vurulan Mehmetçiğe ekmek verdiklerinde* O Mehmetçik: - Kardeşlerim şimdi benim bu ekmeği yemem uygun düşmez. Ben birazdan öleceğim için bu ekmek ziyan olmasın. Gavurla çarpışan bir arkadaş yesin de ona enerji olsun.." diyecek kadar yücelmişti. Bir başka Mehmetçik şehit düştüğü halde* huzur-u Rabbilalemine öylece varmak için katiyen elinden silahı bırakmıyor ve öylece gömülüyordu. Bir diğeri* savaşırken gözünü kaybetmiş vaziyetteydi. Sahabe devrinde cihat ederken gözünden vurulan mücahide "Geri kal da tedavi ol" dendiğinde* - "İki gözü olup da geriye bakmaktansa tek gözle ileri bakmayı tercih ederim. Bir kafada bir göz yeter…" diye gürleyerek savaşa devam eden Sahabe edasıyla* Mehmetçik şöyle diyordu: - "Lütfen.. Üzülmeyin kumandanım* benim gözlerim göreceğini gördü." Bir hadiste de: "İki çeşit gözü ateş yakmaz. Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet bekleyen göz" buyurulur. Bir başkası kolunu kaybetmiş ve hastanede yatarken komutanına yazdığı mektupta duygusunu şöyle dile getiriyordu: "Sağ kolumu kaybettim. Ama zararı yok* sol kolumla da savaşırım. Ama beni üzen şey* yaramın kapanmadığı için cepheden uzak kalmışım…" Bir başka Mehmetçik ciğerlerinden rahatsızlanmış bir durumda* hava değişimi verilerek memleketinde gönderilmek istenince* bu raporu verilerek memleketine gönderilmek istenince* bu raporu şiddetle reddederek cephede çarpışan arkadaşlarının yanına koşuyordu. Mana ve ruh aleminde böylesine yücelmiş ve Rab'leri katında şahikalarda taçlanmış Mehmetçiklerden meydana gelen bir orduyu* dünyada hangi güç ve kuvvet durdurabilirdi acaba? Nitekim durduramadı da. İşte Çanakkale'de zaferi kazanan ruh da buydu.
0-
Mustafa Kemal Atatürk'ün Yemini!
'Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna taahhüt ettigim vicdan yeminini tekrar edeyim: Validemin mezarı önünde ve Allah'ın huzurunda ahdü peyman ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin elde ettigi ve tesbit ettigi hâkimiyetin muhafaza ve müdafaası için gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyecegim. Millî hâkimiyet ugrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.' Milletin istiklâli tehlikeye girdigi vakit, millet ordularını kendi toplar ve yalnız bir hareket tarzı kabul eder. O da kurtuluş ugrunda sonuna kadar kanını dökmek! Millî hâkimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar. Türk vatanının bir karış topra ı için bütün millet bir vücut olarak ayaga kalkar. * Bilelim ki, millî benligini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar. Memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir. Ordumuz Türk birli inin kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliginin çelikleşmiş bir ifadesidir. Türk gençleri; Benim Türk milletine, Türk Cumhuriyeti'ne, Türklügün istikbâline ait ödevlerim bitmemiştir. Siz, onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar edersiniz.
0-



Bütün konular: 1
Bütün postalar: 1
Bütün kullanıcılar: 1
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol